GENÇ KYLIANLARA MEKTUP
Yazarımız İbrahim Güngör (guungi), Kylian Mbappe'nin genç nesile seslendiği mektubu tercüme etti.
Île
de France bölgesinde çocuklara,
Banliyödeki
çocuklara,
Size
bir hikaye anlatmak istiyorum.
Futbolla
ilgili olduğunu söylemem muhtemelen sizi şaşırtmayacaktır. Benim için her şey
futbol. Babama sorabilirsiniz. 3 yaşındayken, bana doğum günümde küçük 4x4
oyuncak jiplerden almıştı. Bilirsiniz, şu elektrikle çalışanlardan hani.
Aslında içine oturup etrafta dolaşabilirsiniz. Pedalları ve her şeyi vardı.
Ailem, cadde boyunca evden futbol sahasına gitmeme izin verdi, tıpkı antrenmana
giden gerçek bir futbolcu gibi. Bu küçük rutinimi çok ciddiye alırdım.
Varır
varmaz futbol oynamaya gitmek için arabamı bir köşeye bırakırdım. Bu klas 4x4
arabam bütün küçük çocukları kıskandırırdı, asla umursamazdım.
Tek
isteğim toptu.
Benim
için top her şeydi.
Ve
evet, bu hikaye futbolla alakalı. Ama bu hikayeyi dinlemek için futbolu sevmek
zorunda değilsiniz. Çünkü bu hikaye aslında rüyalarla ilgili. 93’te, Bondy’de,
banliyölerde belki çok fazla para yoktu, bu doğru. Ama biz hayalperestleriz. Bu
şekilde doğduğumuzu düşünüyorum. Belki hayal kurmak pahalı olmadığı için böyle.
Aslına bakarsanız bedava…
Mahallemiz
birçok farklı kültürün buluştuğu noktadır. Fransız, Afrikalı, Asyalı, Arap…
Dünyanın her yerinden insanlar… Fransa’nın dışındaki insanlar banliyöler
hakkında genellikle kötü ışıktan bahsederler ama eğer burada yaşamıyorsanız
gerçekten neye benzediğini anlayamazsınız. İnsanlar haydutlardan bahsederler,
sanki onlar buraya davet ediliyorlarmış gibi. Halbuki dünyanın her yerinde
haydutlar var. Dünyanın her yerinde mücadele eden insanlar var.
Gerçek
şu ki, ben çocukken mahallenin en çetin delikanlılarının büyükannemin pazar
çantasını taşımalarını seyrederdim. Kültürümüzün bu kısmını haberlerde
göremezsiniz. Sadece kötüleri duyarsınız, asla iyileri değil.
Aslında
Bondy’de herkesin anladığı bir kural var. Gençken öğreniyorsunuz. Caddede
yürürken köşede dikilen 15 kişi görürseniz ve içlerinden sadece birini
tanıyorsanız iki seçeneğiniz var, el sallayıp yürümeye devam edeceksiniz ya da
gidip 15 eli de sıkacaksınız.
Eğer
yürümeye devam eder ve sadece o tek tanıdığınızın elini sıkarsanız diğer 14
kişi sizi asla unutmaz. Nasıl biri olduğunuzu anlamışlardır.
Bu
eğlenceli, çünkü hayatım boyunca Bondy’nin bu yönünü yanımda taşıyorum. Daha
geçen yıl FIFA Ödülleri gecesinde ailemle birlikte seremonide yürüyordum ve
Jose Mourinho’yu gördüm. Jose ile daha önce tanışmıştım fakat dört beş
arkadaşıyla birlikteydi. Ve o Bondy anını yaşadım. Düşünüyordum, Mourinho’ya el
sallayıp geçmeli miyim yoksa yanına mı gitmeliyim.
Evet,
yanlarına gittim ve onu selamlayıp elini sıktım, sonra doğal olarak sıradan her
bir arkadaşını selamlamaya başladım.
“Merhaba!” (El Sıkışma)
“Merhaba!” (El Sıkışma)
“Merhaba!” (El Sıkışma)
“Merhaba!” (El
Sıkışma)
Eğlenceliydi,
çünkü hepsinin yüzünde şaşkın bir ifade vardı. “Vay! Bize selam mı veriyor?
Merhaba!”
Orayı
geçtiğimizde babam gülüyordu, bana şöyle dedi: “Hep Bondy’den…”
Refleks
gibi. Birlikte yaşadığımız bir kural bu. Bondy’de futbolun ötesinde değerler
öğreniyorsunuz. Herkese eşit davranmayı öğreniyorsunuz çünkü hepiniz aynı
yerdesiniz. Hepiniz aynı rüyayı görüyor, aynı hayali taşıyorsunuz.
Ben
ve arkadaşlarım futbolcu olmayı ummuyorduk. Beklemiyorduk. Planlamıyorduk.
Hayal ediyorduk. Fark var. Bazı çocuklar odalarının duvarlarına süper kahraman
posterleri asarlar. Bizimkiler futbolcularla kaplıydı. Zidane ve Cristiano
Ronaldo’nun birçok posteri vardı(Adil olalım, büyüdükçe Neymar’ın bazı
posterlerini de almıştım, bu onu çok güldürüyor ama başka zamanın konusu.).
Bazen
insanlar bana sizin oralardan neden bu kadar yetenek çıkıyor diye soruyorlar.
Belki suyunda bir şey vardır ya da farklı çalışıyoruzdur, Barcelona gibi
mesela. Ama hayır, eğer AS Bondy’ye geldiyseniz korkarım sadece sıradan bir
aile kulübü görmüşsünüzdür. Bazı apartman binaları ve bazı yapay çimler. Ama
bence futbol bizim için farklı. Bir gereklilik. Her gün lazım olan bir şey.
Ekmek ve su gibi.
Okulda
yaptığımız bir turnuvayı hatırlıyorum; 6, 7, 8 ve 9’lar, yani bütün sınıflar
katılmıştı. Bizim dünya kupamız gibiydi. 2 paralık plastik kupa için oynuyorduk
ama bizim için ölüm kalım meselesiydi. 93’te gururunuz her zaman tehlikededir.
Komik olan şu ki bütün takımların kız erkek karışık kurulma zorunluluğu vardı.
Evet, maalesef her kız turnuvada oynamaya istekli değildi, ikna etmek zorunda
kaldık. Arkadaşıma, eğer turnuvada oynarsa ve sahada her şeyini verirse ve biz
de kupayı kazanırsak ona yeni bir boyama kitabı alacağımı söylediğimi
hatırlıyorum. Ona yalvarıyordum.
Belki
abarttığımı düşünüyorsunuz ama bu turnuva bizim için her şeydi. Hep
söylediğimiz gibi burası Neuf Trois(Paris’in doğu banliyösü), kaybedemeyiz.
Bu
2 paralık kupa için sanki Jules Rimet Kupası(Dünya Kupası) imiş gibi oynadık. Bu,
buydu. Eminim öğretmenlerim için çok zordu. Onlardan gerçekten özür dilerim.
Bir gün müdürden 9 farklı uyarı ile eve döndüğümü hatırlıyorum.
“Kylian
ödevini yapmadı.”
“Kylian
ders gereçlerini unuttu.”
“Kylian
matematik dersinde futbol hakkında kaynatıyor.”
Aklım
havadaydı. Ve oldukça iyi bir oyuncuydum ama dönüm noktası, gerçekten bütün
hayatımı etkileyen dönüm noktası 11 yaşındayken oynadığım Kupa 93’tü.
Yarı
final yapmıştık, maç Gagny’de gerçek bir staddaydı ve hatta gününün Çarşamba
olduğunu bile hatırlıyorum. Ne kuvvetli bir hatıra, siz düşünün artık. Bu kadar
çok insanla, bu kadar büyük bir stadda daha önce hiç oynamamıştım. Çok korktum.
Yani koşamadım gerçekten, çok korkmuştum. Topa zar zor dokundum. Ve hiç
unutmayacağım, annem maçın ardından sahaya girdi ve beni kulaklarımdan
yakaladı.
Kötü
oynadığım için değil, korktuğum için.
Bu
keskin kelimeleri söyledi ve beni gerçekten değiştirerek hayatım boyunca bir
daha futbol sahasında hiç korkmayacağım bir noktaya getirdi. Annesi, babası,
çevresi, arkadaşları olmadan bir Kylian Mbappe düşünemezsiniz.
Belki
siz benim memleketimden değilsiniz, bunu anlayamıyorsunuz ama örneğin 11
yaşındayken Chelsea genç takımıyla antrenman yapmak için Londra’ya yola
koyulmuştum. O kadar heyecanlanmıştım ve şok içindeydim ki mahalledeki
arkadaşlarıma nereye gittiğimi söylememiştim bile. Eve döndüğümde arkadaşlarım
beni gördü ve şöyle dedi: “Kylian, geçen hafta neredeydin?”
“Chelsea
ile birlikte Londra’daydım.”
“Pff,
hayır bu imkansız.”
“Hayır,
yemin ederim. Hatta Drogba ile tanıştım.”
“Pff,
yalan söylüyorsun. Drogba, Bondy’den çocuklarla tanışmaz. Bu mümkün değil.”
Babamdan
telefonunu istedim ve onlara çekindiğimiz fotoğrafları gösterdim. İşte, sonunda
bana inandılar. Fakat önemli olan, kıskanç değillerdi. Hem de hiç. Sadece
hayrete düştüler. Bana ne dediklerini asla unutmuyorum. Hala tasvir edebilirim
çünkü aslında o sırada AS Bondy’nin soyunma odasında maç için hazırlanıyorduk.
“Kylian,
bizi de oraya götürebilir misin?”
Sanki
başka gezegene gitmiş gibiydim.
“Ama
kamp sona erdi, üzgünüm.”
Telefona
doğru eğildiler, gülmeye ve kafalarını sallamaya başladılar.
“Vay,
sanki şu an seninle o anları paylaşıyor gibiyiz, Kylian.”
İşte
bizim için öyle anlamlıydı. Oralara gitmek, başka bir gezegeni ziyaret etmek
gibiydi.
Chelsea
deneyiminden sonra aileme Bondy’den ayrılmak ve büyük bir kulübe gitmek için
yalvarıyordum. Ama anne ve babamı anlamak zorundasınız. Evde kalmamı ve normal
bir çocuk olarak hayatımı devam ettirmemi istediler. O zamanlar anlamamıştım
ama bu, benim için en iyisiymiş çünkü akademide asla alamayacağım sıkı dersler
aldım.
Babam
10 yıl boyunca hocalığımı yaptı hatta Clairefontaine’de bir Fransız
akademisinde idmanlara çıkmaya başladığımda bile, tabii ki bu inanılmaz. Burası
dünyanın en iyi akademilerinden biri. Ama hafta sonları hala ailemin yanına,
eve dönüyor ve babamın yarı profesyonel takımı AS Bondy için ter döküyordum. Ve
anlamsız artistlik akademi tavırlarımı tolere etmiyordu.
Aslında
eğlenceliydi çünkü eve kafamda Clairefontaine’deki hocamın sesiyle dönüyordum.
Zayıf ayağımıza çalışmamız gerektiğini vurgulamaya devam ediyordu.
Clairefontaine’de bütün olay becerileri geliştirmek. Ama Bondy’de gerçek hayat
var. Bütün mevzu yarı profesyonel bir ligde hayatta kalabilmek. Bir kazanım,
bir süreç.
Bir
hafta sonu Bondy için oynuyorum, kanattan topu aldım. Top sağ ayağımda, önüm bomboş.
Harika bir pozisyon. Ve bir anda Clairefontaine’deki hocamın sesini kulağımda
işittim: “Kylian, soluna çalışmalısın.”
Sonra,
solumla uzun bir pas atmayı denedim ve başarısız oldum. Rakip takım topu kapıp
kontraya çıktı ve babam deyim yerindeyse beni gebertecekti. Hala bağırışını
duyabiliyorum.
“Kylian!
Süslü Clairefontaine tecrübelerini denemek için burada değilsin! İçinde
bulunduğumuz bir lig var! Clairefontaine’e dönüp hafta boyu o güzel sahada
antrenman yapabilirsin! Ama burası Bondy! Bak, bizim de bir yaşantımız var!”
Hala
nereye gitsem bu dersi yanımda taşıyorum. Babam aklımın havada olduğunu
biliyordu, dolayısıyla ayaklarımın yere sağlam bastığından emin olmaya
çalışıyordu.
Neden
sonra, 14. yaş günümden önce inanılmaz bir hediye aldım. Babama Real Madrid’den
gelen telefon beni tatil boyunca idmana katılmam için İspanya’ya davet
ediyordu. Tam bir şoktu, çünkü babama “Zidane oğlunuzu görmek isiyor.”
demişlerdi. O zamanlar, Zidane sportif direktördü. Tabii ki havalara uçtum.
Gitmek için gözü karartmıştım.
Tabii
ki o kadar kolay değildi, scoutlar maçlarımıza gelmeye başlamıştı ve medyadan
ilgi görmeye başlamıştım. 13 yaşındayken bununla nasıl baş edeceğinizi
bilmiyorsunuz. Çok fazla baskı oluyordu ve ailem beni korumak istiyordu.
Ama
o hafta 14 yaşına giriyordum ve bilmediğim şey ise ailemin kulüple işbirliği
yapıp doğum günü hediyesi olarak beni Madrid’e götürecekleriydi.
Benim
için tam bir sürprizdi!
Ve
ister inanın ister inanmayın nereye gittiğimizi kimseye söyleyemedik. En yakın
arkadaşlarıma bile söylemedim çünkü çok gergindim. Her şey yolunda gitmezse
mahalleye geri dönüp onları hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum.
Havaalanından
tesislere gittiğimiz anı asla unutmayacağım. Park yerinde Zidane bizi
arabasıyla karşıladı ve harika bir arabaydı tabii ki. Merhaba dedik ve beni
hemen tesise götürmeyi teklif etti. Ön koltuğu göstererek “Gel bakalım, atla
hadi!” gibi bir işaret yaptı.
Donakaldım
ve “Ayakkabılarımı çıkarıyor muyum?”
Hahahahaha!
Neden öyle söylediğimi bilmiyorum. Ama o Zidane’ın arabasıydı.
Bunun
gerçekten komik olduğunu düşündü. “Tabii ki hayır, atla hadi.” dedi.
Antrenman
sahasına götürdü beni ve kendi kendime düşünüyordum, Zizou’nun arabasındayım.
Ben, Bondy’den Kylian. Bu gerçek değildi. Hala havaalanında uyuyor olmalıyım.
Bazen,
bir şeyi gerçekten yaşıyor olsanız bile rüya gibi hissettiriyor.
Rusya’daki
Dünya Kupası’nda da aynısını yaşamıştım.
Bütün
anıların içinde asla unutamayacağım bir tanesi; Avustralya ile oynadığımız ilk
maç öncesi çıkış tünelinde beklerken yaşandı. Şte bu, beni yaşadığım şeye iten
andı. Ousmane Dembele’ye baktım ve birbirimize tebessüm ederek başımızı
salladık.
“Bize
baksana…” dedim. “Evreux’tan ve Bondy’den birer çocuk… Biz Dünya Kupası’nda
oynuyoruz.”
“Yemin
ederim inanamıyorum.” dedi.
Sahaya
çıktık ve 65 milyon insanı arkamızda hissettik. Milli marşı duyduğumda
ağlayabilirdim.
Benim
için garip olan o yaz Dünya Kupası’nı kaldıran oyuncuların birçoğu banliyölerde
yetişmiştik. Banliyöler. Kaynaşma alanları. Cadde boyunca birçok farklı dili
duyabileceğiniz mahalleler. 15 eli - 14 değil, 10 değil, 1 değil – sıktığınız
mahalleler.
Bondy’deki
çocuklara,
Île
de France’daki çocuklara,
Banliyölerdeki
çocuklara,
Biz
Fransa’yız. Siz Fransa’sınız.
Biz
çılgın hayalperestleriz. Ve ne mutlu ki hayal kurmak pahalı değil.
Aslına
bakarsanız bedava.
Saygılarımla,
Kylian,
Bondy’den Kylian.
Yorumlar
Yorum Gönder