Ülkemizde futbol bugüne değin hiç olmadığı kadar yalnızlaştı, yozlaştı. Bunun bir çok sebebi var elbette ama ben başka bir çerçeveden , biraz da özlemle bakmaya çalışacağım. Bizler duygusal insanlarız. Duygularımızla hareket ederiz çoğunlukla. Sevdiğimiz için canımızı verir, bunu yaparken de karşılık beklemeyiz.Bir çoğumuz karşılıksız sevip , platonik aşklar yaşamışızdır. Belki de sevdiklerinizin sizi hiç bilmediği, varlığınızdan dahi haberdar olmadığı halde ona şarkılar , şiirler yazmışsınızdır. Onun için ağlayıp göz yaşı dökmüşsünüzdür. En ateşli kavgalara hiç düşünmeden girip, en samimi arkadaşlarınızla hareretli tartışmalara girmekten çekinmeyiz onlar için. O sizi hiç sevmese de; hatta hiç tanımasa da olur. Biz onu sevmişizdir ya, o bize yeter.. Bizi Avrupalılardan ayıran en önemli özellikte buydu belki de. İşte biz böyle sevdik tuttuğumuz takımları da. Taraftar olarak büyüdük. Seyirci olmadık, taraftar olduk.
Bu adam da ne anlatıyor diyorsunuz şimdi, günümüz futboluyla ne alakası var şimdi bunların diyorsunuz belkide. Ben otuzlu yaşlarımdayım. 80 leri anlattılar dinledim, 90 larda çocuktum. İyi ki de yetiştim o alaturka diye nitelendirilen mahalle kültürüne. Sokak aralarında uyduruk toplarla oynanan, kale direklerinin olmadığı, iki taşın arasından geçen topla goooool diye sevinen, 3 kornerin 1 penaltı olduğu, son düdüğü hakemin çalmayıp müezzinin akşam okuduğu ezanla biten maçlarda futbolu seven neslin çocuklarındanım ben. Futbolcuların kalitesini konsol oyunlarındaki levellerden değil de futbolcu kartlarından öğrenen bir nesil. Daha maça başlamadan kendine bir futbolcu seçip onun gibi sevinip, şut çekerken onun adını haykıran çocuklar. Hele birde şehrine tuttuğun takım geldimi heyecandan uyuyamazdık günlerce. Mahallenin abilerine rica ederdik onlarla maça gidelim diye. Saatlerce beklenen bilet kuyrukları ızdırap değildi aslında, sevdalı yüreklerin hepbir ağızdan maça ısınmasıydı. Takımlarımızı böyle severdik biz. Karşılıksızdı.
O günlerde de iyi futbol oynanmıyordu aslında. Ama bizde seyirci değildik zaten , taraftık, taraftardık. Güzel futbol izlemeye gitmiyorduk ki biz. Sevgilimizi görmeye gidiyorduk. Ona sesimizi duyurmaya. Onu görmek yeterdi. Binlerce heyecanlı insan doldururdu statları, çoşkuyu severdik, tribünü, bilet kuyruğunda beklemeyi severdik, o soğan lahmacununun tadını unutabildik mi, tek tek koltuklar yoktu belki ama o yuvarlak köpük oturakları maç sonunda havalara fırlatmayı sevdik, konfetileri sevdik, maytapları, meşaleleri...
Şimdi sokaklar yok artık, mahalle aralarının cıvıltıları yok, sokaklardan yükselmiyor günümüz futbolcularının isimleri, modern statlar var ama kağıt bilet yok, ısıtmalı tribünler numaralı koltuklar var ama taraftar yok, bilet kuyruğu sohbetleri yok, konfetiler meşaleler, yumruk şovlar yok, mahallenin abileri yok çünkü yan komşumuzun adını bile bilmiyoruz. Maçlar şifreli, biletler pahalı, spor programları desen +18 , futbolculara röportaj yasak, yöneticiler kin ve nefret kusuyor, maç özetleri desen gece yarısı çocuklar uykudayken veriliyor. Nasıl sevsinler futbolu bu çocuklar, nasıl tanısınlar. Sevgisiz büyüyen nesiller niye gitsinler maçlara. Artık kimse karşılıksız sevmiyor, e bizim takımlar da zaten karşılık veremiyor. Bu kısır döngü yavaş yavaş eritiyor kültürümüzü.
Kötü yönetimleri, hakemleri, belediye takımlarını, futbolun siyasetin oyuncağı olduğu gerçeklerine falan hiç girmiyorum bile.
Artık futbola da üzülmüyorum; platonik aşkım biteli çok oldu. Çocuklarımıza üzülüyorum ben. Gelecek nesillerin bizim yaşadığımız duyguları bir şehir efsanesi gibi dinleyecek olmalarına. Bizim yaşanmışlıklarımıza; onların hayallerinin bile yetmeyecek oluşuna üzülüyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder